Acun Ilıcalı Hayat Hikayesi



Acun Ilıcalı 36 yaşında ve vergi rekortmeni olmayı başarmış birisi oldu. Bu zamana gelene kadar okulda oldukça başarısız, haylazlık yapan biriydi. Farklı, yerinde duramayan, hareketli biriydi. Annesine yakalana kadar ilkokulda iken bile sigara içerdi. En büyük problem dersi matematikti. Hiç anlamıyordu. Artık ailesi okulda dersten bir şey öğrenemediklerini görünce onu Profesör Amcasına verildi. Amcası onu 3 ay kadar çalıştırdıktan sonra tekrar matematik sınavına girdi ve yine 0 (Sıfır) aldı! 


Kendisi durumu şöyle açıklıyor.
“Amcam beni 2,5 ay çalıştırdı ve sınava girdim, sıfır aldım.” Babam çok şaşırdı, gözlerine inanamadı bir kâğıda bir de bana baktı. “Doğru mu bu! Aynı şeyi mi görüyoruz!” diye sorarak bana baktı. “Ben de kâğıda baktım. Kâğıdın boş olduğunu biliyordum yine de kâğıda bakma gereği duydum. Anlamıyordum. Algılayamıyordum. Konsantrasyon problemleri yaşıyordum. “  Lisede de durum pek farklı değildi ve hemen hemen tüm dersleri başarısızdı. Tek beden ve müzik derslerinde zar zor orta derece de geçmeyi başarabiliyordu. Tamamen gırgır, şamata, eğlence peşindeydi. Ders çalışmadığı ve algılayamadığı için hep muzipliğe kafası çalışıyordu. İstemediği veya sevmediği bir şey geldiğinde de bunu oyuna çevirerek eğlenerek yapmayı başarıyordu. Liseden ders çalışmadan mezun olamayacağını bildiği için kendi kopya çekme tekniklerini geliştirdi ve ite kaka dersleri geçebildi.
Üniversite hayatı başlıyordu. Ancak kendisi İstanbul Üniversite’sini kazanırken arkadaşlarının çoğu Boğaziçi’ni kazanmıştı. Buna canı çok sıkılmıştı. Eşi ile burada tanıştı. Adı Seda yeri geldi onun derslerine katıldı. 19 yaşında evlendi. 22 yaşında ise anne ve babasını 190 km hızla gelen araçla kendi aracı çarpışması sonucu kaybetti. Çarpışma o kadar kötüydü ki araba infilak etmişti. 9 aylık kızı da arabanın içindeydi ve mucize eseri bebek koltuğu ve 18 kırık ile kurtulmayı başarmıştı. O günden sonra babası kızına “mucize çocuk” demişti.

Röportajın birinde eğer anne babasının geri geleceğini bilse servetini bağışlayacağını söylemişti. 24 yaşında boşandı. 100 Dolar maaş ile TV kanalında işe başladı. Çalışkan, dürüst, neşeli ve şakacı kişiliği ile etrafındakilerle çabuk samimiyet kuruyor ve sevilen birisi olmasını sağlıyordu. “Koyu bir Fenerbahçeli” idi. Buna rağmen “Beşiktaş Muhabiri” olmuştu. Şansal Büyüka’nın gözüne girmeyi başarmıştı. Tanınmaya ve daha iyi gelirler kazanmaya başladı. “Farklı-Sıra dışı” olma isteği onu hep tetikledi bu yüzden Şansal Abisinden ayrıldı ve kendi programını yapmaya cesaret ederek “Acun Firarda” programına başladı. Program en çok izlenen ve reyting getiren gezi programına dönüştü. Tabi ki kendisi de “Ya olmazsa, ya tutmazsa” korkusunu yaşıyordu. Programın her şeyi ile ilgileniyordu. Dolaştığı yerde gördüğü programları getirmeye başladı. “Benim beğendiğim, keyif aldığım programları halkta beğeniyordu. Bu yüzden seçimlerimin doğru olduğunu görüyordum.”
İşini o kadar fazla ilerletmişti ki kanalların 3 ay düşündüğü milyonluk yatırım gerektiren programları gözü kapalı imzalar hale gelmişti. Onun için tanıdıkları şunları söyledi “Paraya fazla odaklanmadı ve parayı merkezine koymadı. Yapılmayanı yapmak için risk aldı ve hedefini gerçekleştirebilmek için usanmadan çalıştı. Bunun için 15 yıl çabalaması gerekti!” … Ona bunu nasıl başardığını soranlara şunu söyledi;

Acun Nasıl Bu Kadar Başarılı Oldu
“ Çalışkan olabilirsiniz ancak başarılı olamazsınız. Başarı için risk, risk için özgüven ve aldığınız risk kadar inatçı, tutarlı olmasınız. Çok çaba göstermeli, yaptığınız işin her şeyini en iyi siz bilene kadar uğraşacaksınız. Bu belki de yıllarınızı alacak.  Başarı geldikten sonra da şımarmadan devam etmelisiniz. Yan gelip serilip yatmayacaksınız. Yaptıklarınıza yeni değerler, yenilikleri, değişimler ekleyeceksiniz. 96 yılında spor muhabirliği ile başlayan Acun “İnsanları üzen, mutsuzlaştıran, demorilize eden programlar yapmayacağız.” Düşüncesi ile yola çıktı ve “Mutluluk veren kanal” sloganını benimsedi. Kendisini şöyle anlatıyor; “Aslen Erzurum’luyum. 1969’da Edirne’de dünyaya geldim. Babam ise (Ergün Ilıcalı) müteahhitti. Annem ise (İlknur Ilıcalı) kooperatifler il müdürü idi. Çok hareketli ve sosyal bir çocuktum. Edirne’de de çok roman arkadaşım vardı. Onlarla hayli uç hareketler yapıyordum. Sigaraya başladığım da 9 yaşındaydım. Annem bir gün yatağımın altında sigaralar ile yakaladı. Çok korktum. Öyle korktum ki bu korkum sigarayı hayatımdan çıkardı. Ondan sonra sigaradan nefret ettim. Çok nadir kapalı ortama giderim. Çünkü sigara beni çok rahatsız ediyor. Bir de aşırı yüksek ses hoşuma gitmez. Çok sevdiğim bir çok arkadaşım var ve bir araya gelip halı saha maçları yaparız. Abimin okula gitmesini kıskandığım için beni 5 yaşında okula göndermeye başladılar. Orasını bu yüzden hep oyun zannettim. Kadıköy Anadolu’yu kazandım. Bu yüzden İstanbul’da Anneannemde kaldım. O zaman 10 yaşındaydım ve annemi çok özlüyordum. Annem hafta sonları beni görmeye gelirdi. Pazar akşamı dönecek diye içim sıkılırdı. Derslerden çok erken koptum. Annem çocuklarının yakınına gelmek için tayinini İzmit’e çıkarttı. İstanbul’a taşındılar ve her gün İzmir’e trenle mesaiye gitti. Ders çalışmam için beni odaya kapatırlardı. Bense kitaplardaki harflerden lig kurardım ve onlara maç yaptırırdım. Bu lig 3 yıl sürdü. Üniversite hayatım 7-8 sene sürmüştü. Çocukluğumdan bir parça hep içimdeydi.  19 yaşımda evlendim. Bütün arkadaşlar bizim eve gelirlerdi. Ev oyun salonu oluyordu. Kızım Banu dünyaya geldi. Seda’da ben de öğrenciydi. Bize Babam bakıyordu. Verdiği kira aidatını harcıyordum. Bu yüzden eve haciz kâğıdı atılmış. Televizyon seyrederken kapı çaldı. Haciz memuru geldi ve Televizyonu söküp gitti. Fakat Televizyon kurduğumuz takımın kalecisi olan Kenan’ındı. Televizyon bir saat sonra geri geldi. Annem ve babam Banu’yu alıp araba ile Bodrum’a gidiyordu. Akşamüstüne doğru kaza geçirdikleri haberi geldi. Hastane ziyareti yapacağımı düşünerek Balıkesir’e gittim. Saat gece 3’tü. Danışmadaki adam annem ile babamın öldüğünü söyledi.


Olay şöyleydi; "Hastaneye vardım, gecenin üç buçuğu, bu işleri söylemenin bir raconu vardır, olmalıdır, hala sinirleniyorum düşününce, "İlknur Ilıcalı’yı ziyarete geldim" dedim. Adam, önündeki deftere baktı, bir sayfa açtı, sonra başka bir sayfa, kafasını bile kaldırmadan "Ölmüştür!" dedi. "Ergün Ilıcalı?" dedim, aynı aşağılık ve duygusuz ifadeyle "Ölmüştür" dedi. İçimden sadece şu geçti. "Allah’ım bu yaşadıklarım kötü bir rüya olsun." Birazdan Bakırköy’deki evde uyanayım ve diyeyim ki, "Kabusmuş çok şükür uyandım geçti.." Bir ümit bekledim ama yok, her şey gerçekti." Acun Ilıca'nın aynı arabada bulunan kızı ise bebek koltuğu sayesinde kazadan kurtuldu."

Benim için insan aklını oynatacak derece de ağır bir travma oldu.
 Öğrenciydim 21 yaşında evliydim. Çocuğum vardı. Annem ve babam bize bakıyordu. Tüm bunları boşver, annemle babam arasındaki bağım olağanüstüydü. Bir anda arkam bomboş kaldı. Boşluğa düştüm. Bu ağır travma evliliğim inde sonunu getirdi. Eşimden boşandım. Daha sonra ben ağır bir motosiklet kazası geçirmiştim. Bağdat caddesindeydim ve soldan araç gelip çarptı. Sol kolum kırılmıştı ve 36 dikiş atıldı ve ameliyata girdim. Koluma platin takıldı. O kazada yanımdaki arkadaşımı kaybettim.  Annem ve babamdan kalanları 2 yılda tükettim. Yaşım 21’di. Bağdat caddesinde kot dükkanı açtım ve iflas ettim. Hiç yalansız cebimde sıfır lira vardı. Eşim müşteri gibi geldi ve sattığımız ürünü değil beni aldı. İlk görüşte aşk olmuştu benimki. 6 ay peşinden koştum. İkinci dükkanı açtık. Fakat döviz krizi olunca aldığımız malları satmamızı rağmen borçları ödeyemez duruma geldik. Orası da batmıştı. Arkadaşlarım sayesinde paramın eksikliğini hiç hissetmedim. Üniversite arkadaşım Esat ile kalmaya başladım. Erol Amca ve Emel Teyze’nin 2. Çocukları olmuştum. Sıfır paraylaydım ki TV maceram başladı. İlker Yasin ile tanıştım. Futbol ile muhabbete başladık ve futbol ile kafayı yemiş sağlıklı insanlar olmadığımızı anladı. İngilizcem iyiydi. Konuşma yasağı bana işlemiyordu. Futbolcularla da samimi oluyordum ve 10 saniye de yayına çıkarıyordum. Beşiktaş’ın teknik direktörü Christoph Daum iken onun dediklerini anında tercüme ediyordum. Bunlarda ekranda görülünce yükselme başladı. Şansal Abi’nin yardımcı beni aradı. Yanımda da Nijeryalı Amokachi vardı. Saat gece 3’tü aradıklarında… Amokachi beni bile transfer için bu saatte aramadılar şuan ne alıyorsan 10 katını söyle dedi. 7 katından kapıyı açtım ve Şansal abi seve seve diyerek beni transfer etmişti. Magazin, Televole ile başladım. 105 ülke gezdim. Bu arada bir kere daha evlendim. Zeynep’ten 2 kızım dünyaya geldi. Leyla ve Yasemin… Acun Firarda’yı 2002 de sunmaya başladım. Gittiğim ülkelerdeki programları getirmeyi başladım. İlk “Biri Bizi Gözetliyor” programıydı. Yüksek reyting getirmişti. Tv programlarını sıkı sıkıya takip ediyordum. En beğendiklerimi Türkiye’ye getirdim. Benim zevk aldığım programlardan Türk halkıda keyif alıyor, program seçimlerini buna göre yaptım. 2006 yılında Acun Medya’yı kurdum. Ortaya güzel şeyler çıkarmaya çalıştım. Meşhur olmaya oynasaydım şimdiye yok olmuştum. Gelirim iyi bir seviyeye geldiği gerçek. Özel hayatıma çok az zaman ayıran yani biraz kaybetmiş biri olarak gelirimin belli bir bölümünü kendime ayırmam gerektiğini düşündüm. Bu yüzden spor araba olarak Ferrari ve motosiklet aldım. Uçak almamın nedeni devamlı seyahat ediyor olmamdı. Gerektiğinde uçağı kiraya vererek de masraflarını çıkarıyorum. Ukalıktan her zaman nefret ederim. Bana çok sevimsiz gelir. En büyük artım kendimi ekrana çok iyi yansıtabiliyorum. Bu da Allah’ın bir lütfu diyorum. En iyi projem ise “Var mısın, yok musun” diyebilirim. 15 ve 25 yaş grubu tarafından ilgi görüyorum. Bu da beni memnun ediyor. Türk ailesi tarafından kucaklanmış durumdayım. Reyting almanın birçok yolunu biliyorum. Ancak önemli olan takdiri kaybetmeden reyting almak. Parayı hayatımın hiçbir bölümünde çok önde tutmadım. Çünkü sadece parayla mutlu olunmayacağını bilen biriyim. Belli bir miktar para hayatımızda gerekli bunu kabul ediyorum. Rahat olmak için. Ancak emin olun ki belirli bir standardı tutturan biri daha da fazla kazanarak mutlu olmaz. En azından ben olmam. Ailemi rahat geçindirebildikten sonra isteklerimi belli ölçüde gerçekleştirdikten sonra benim için paranın önemi yoktu. “Yok artık!” dedirtecek bir çok projeleri bile geri çevirdim. Çünkü onlar bana para getirdikten sonra daha mı mutlu olacağım. Garanti değil! Daha çok param oldu diyelim, çok paran olunca mutlu olmuyorsun, bunu herkes biliyor ve ben de biliyorum. Hayattaki felsefem bu… Çok parası olanlar mutlu mudur? Türkiye’de soralım bakalım, benden bin kat zengin ancak mutlu değil. Bizimkisi eğlenceli iş bunu da kabul edelim. Çok fazla evcil bir insanım bu yüzden evde olurum. Çok fazla da play station oynarım. Eşim bu konuda çok şikâyetçidir. Gece hayatım olmadığı için oyun oynamayı tercih ediyorum. Kadınlar ile ilgili kadınlar çalışmasın gibi bir şey anlaşıldı. Bu yanlış tercümedir. Sadece annem çalıştığı için onu çok göremedim. Annenin çocukları ile vakit geçirmesi daha önemli. Sunucu ve yapımcı olmak dehşet bir yoğunluk getiriyor. Sadece sunucu olsaydım kızlarımla ilgilenebilirdim. Şuan çok kısa bir süre kızlarımı görüyorum ve onlarla eğlenceli vakit geçirmeye çalışıyorum. Belki de bu yüzden beni daha çok özlüyor ve görmek istiyorlar. Şöhretin tuzağına düşmedim. İnşallah kibir tuzağına da hiçbir zaman düşmem. Hatalarımın olduğunu bilen biriyim. Yapmasaydım dediğim ve pişman olduğum şeyler vardır. En büyük yanlış şeytanın sevdiği kibir duygusu olduğunu biliyorum. Maddi durumuma ve şöhretime güvenerek kibir tuzağına düşemem. Bu dünyanın yalan olduğunu biliyorum. Hayatımı göz açıp kapayınca kadar yarılamış olduğunu gördüm. Bir daha göz açıp kapanınca belki de bir daha hiç açamayacağım.


Acun’un Fark Yaratan 8 Başarı Şifresi
1.     1.        “Benim sevdiğim işi halk da sever” felsefesiyle program hazırlıyor. Halktan biri olduğunu, hayatının sokaklarda geçtiğini söylüyor: “Ben ve arkadaşlarım neyi severiz, neyi seyrederiz, diye kendime soruyorum ve buna uyan formatları Türkiye’ye getiriyorum.”
2.     2.        “Program ve yapımda her sorun benim sorunum, hepsiyle birebir ilgileniyorum” diyor. Suya sabuna dokunmayanlardan, külfeti ekibe bırakıp vitrine kendi çıkanlardan değil. İşin mutfağında ve her aşamasında yer alıyor.
3.     3.        Programa ait tüm görüntüleri seyrediyor, o seyretmeden hiçbir şey yayına girmiyor. Okey veriyor ve görüntü onun izniyle yayınlanıyor.
4.     4.        Kemikleşmiş bir ekibi var, aynı ekip farklı formatlarda onunla birlikte çalışıyor.
5.     5.        Bir yarışma devam ederken o yeni formatlar peşinde koşuyor. Yurtdışı bağlantıları yapıyor, toplantılara giriyor, durmadan koşturuyor.
6.     6.        Neden yurt dışından hazır formatlar getirdiği eleştirilerine şöyle cevap veriyor: “Formatı bir beyin takımının üretmesi gerekir. En büyük formatlar da İngiltere ve Hollanda’da geliştiriliyor. Amerika bile oradan alıyor. Bir işi en iyi kim yapıyorsa ona bırakmak daha mantıklı. Benim çalıştığım firmalar bana güveniyor ve Acun formatımızı kanaldan daha iyi korur deyip formatı kanala değil Acun Medya’ya veriyorlar.”
7.     7.        Hiçbir formatı ziyan etmedi, yaptığı her işin altından kalktı. Gerek format sahiplerindeki gerekse Türk izleyicisindeki kredisini günbegün yükseltti.
8.     8.        Yayın ekibi her daim aktif. Diyelim ki program başlangıçta yeterli reyting almadı ya da ekibi mutsuz eden bir şeyler var. Ekip tıkır tıkır işliyor ve hemen müdahale ederek formata bir değişiklik düşünülüyor. Mesela Var mısın Yok musun’un ilk iki bölümünde reytingler iyi gelmeyince Acun yarışmanın fazla neşe içerdiğini, soru işaretinin eksik olduğunu gördü. Onun yerine ışık ve müzikle gerilimi ortaya çıkardılar, seyircinin konsantrasyonu yarışmacıya odaklandı ve başta düşük olan reytingler anında yükseldi.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Sayfalar

Popüler Yayınlar