Kaybedecek kadar güçlü değilsen, kazanacak kadar da büyük değilsin.

Başarısız olamayacağınızı hayal etseydiniz, neleri hayal etmeye cesaret ederdiniz, hayatınızda ne gibi değişiklikler yapardınız? Eğer başaracağınızdan yüzde yüz emin olsaydınız, kendinize ne tür hedefler belirlerdiniz? Bu bizlere başarısızlık korkusunun bizi ne kadar geride tuttuğunun bir göstergesidir aslında. Başarısızlık korkusu başarının önündeki en büyük engeldir. Başarısızlık kadar insanı potansiyelini keşfetmekten geri tutan başka bir şey yoktur. İlk fırsatla karşı karşıya kaldığında ilk tepki 'ben yapamam' olacaktır. 
Bir fırsatla karşı karşıya kaldığınızda cesaretsiz davranırız. Başarısızlıktan korkuyoruz. Her zaman o aklınızdaki şeyi yapmak istediniz, ama her yapmayı düşündüğünüzde rahatsızlık duydunuz, kendinizden şüphe ettiniz, korktunuz ve yapmaktan vazgeçtiniz. Bu cesarete sahip olmadığınızı gösterir. Umudunuz yoksa cesaretiniz de olmaz. Başarısızlığa ancak başarmayı denediyseniz, uğrayabilirsiniz. Başarı için başarısızlığı göze almanız gerekmektedir. 'Uçmayı istiyorsan düşmeyi de bileceksin.'  Geçmişinizde büyük bir başarısızlığınız yoksa, bu başarmak için ciddi bir girişimde bulunmadığınız anlamına gelir. Hata yapmadan yeni bir şey keşfedemezsiniz. Hiçbir zaman korkup utanıp kırılmadıysan, bu hiç bir zaman riske girmedin demektir. Hiçbir şansı değerlendirmedin demektir.  Ve Konfüçyüs ' En büyük başarı hiçbir zaman düşmemekle değil, her düşüşünüzde tekrar ayağa kalkabilmektir.' 
Yapabileceğimiz en büyük hata, hata yapmaktan korkmaktır. Sorunumuz aslında fazla hata yapmamız değil, Yeterince hata yapmamamızdır. Neye başlarsanız başlayın, her seferinde engellerle karşılaşıp hatalar yapacaksınız. Bu gerçekle savaşmayı bırakın. engelleri aşmadan, hatalar yapmadan ilerleyemezsiniz. Bizi başarılarımız değil başarısızlıklarımız geliştirir ve güçlendirir.
Başarısızlığınızı büyütmeyin: 
Bir hatayı ya da başarısızlığı felaket olarak görmeyin. Kendinizi kapana kısılmış ve isteklerinizi hiçbir zaman elde edemeyeceğinizi hissettiğiniz zamanlar olabilir. Herşeyin o an göründüğü kadar kötü olmadığını ve kalıcı olmayacağının farkında olun. Başarısızlığı alkışlayalım demiyorum, ama başarısızlıkla karşı karşıya kaldığımızda bunu dünyanın sonu olarak da görmeyin. Başarısızlık umudunuzu ve geleceğinizi yok etmesine izin vermeyin. 
Dersler alın:
Başarıyı kovalayamazsanız, başarıyı öğrenemezsiniz. Başarıyı kovalarken de alacağınız dersler, başarısızlıklarınızdan ibaret olacaktır. Hata ve başarısızlıklar, hayatımızın en iyi öğretileridir. Ama bizler genelde duygusal davranıp duygu fırtınalarında boğuluruz. Bu nedenle de hata ve başarısızlıklarımızın bize verebileceği dersleri kaçırırız. Hata yapmaktan değil, hatalarınızdan ders almamaktan korkmalısınz. Düştüğünüz zaman elleriniz boş kalkmayın. Nereye düştüğünüze bakmayın, nereden kaydığınıza bakın. 
Hatalarınızı unutun:
Birçok insan hayallerini kovalamayı geçmiş hatalarından ya da başarısızlıklarından dolayı bırakır. Sürekli Başarısızlıklarınızı düşünerek nasıl ilham, enerji ve umut sahibi olabilirsiniz? Başarıyı nasıl kovalayabilirsiniz? Bu maratonda ayaklarınıza kilolarca ağırlıklarla koştuğunuz anlamına gelir. Buna ne kadar dayanabilirsiniz ki?

Uyku Vaktinde Çocuklara Söylenmesi Gereken 5 Önemli Şey


Doktor Justin Coulson'un hazırladığı çalışmaya göre her yatma vaktinden önce söylenen 5 cümle, yatma vakitlerini kolaylaştırıyor ve ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişkiyi pozitif yönde kuvvetlendiriyor...



Yatma vakti geldiğinde evinizde bir kaos ortamı oluşuyor mu? Çocuklarınız yatağa gitmek istemiyor ya da söylediklerinizi dinlemiyor mu? Ve tüm bunlar sizin için oldukça yorucu bir süreci beraberinde mi getiriyor?

Her yatma vaktinde ebeveyn ve çocuk arasında problemler yaşanabilir. Bu durum çocuk ve ebeveyn arasındaki ilişkiyi yıpratabilir, yatma vakitler çocuk için kabus haline dönüşebilir ve içinden çıkmaz bir hal alabilir. Tüm bunlara son vermek ebeveynlerin elindedir. Doktor Justin Coulson'un hazırladığı çalışmaya göre her yatma vaktinden önce söylenen 5 cümle, yatma vakitlerini kolaylaştırıyor ve ebeveyn ile çocuk arasındaki ilişkiyi pozitif yönde kuvvetlendiriyor.

Aslında öncelik olarak çocuklara bir birey gibi yaklaşıp gün içerisinde onların da yaşayabilecekleri sıkıntıları göz önüne almak gerektiğini belirten Dr. Coulson, ebeveynlerden rica ediyor: ''Sadece 15 dakika maillerinizi kontrol etmeyin, televizyona bakmayın veya bulaşıkları düşünmeyin. Cümlelerinize odaklanın; çocuğunuza ve onun yaptıklarına odaklanın.''

Öyleyse yatma vaktini sakinleştiren ve hatta güzelleştiren bu beş cümleye göz atalım:

1. Günün nasıl geçti?: Yetişkinler gün içerisinde yaşadıklarını biriyle paylaştıkça daha rahat hissederler. Birisi sordukça yaşananları, dertleri, sıkıntıları ya da mutlulukları paylaşmak iyi hissettirir. Zira bu durum çocuklar için de geçerlidir. Okulda yaşadıkları bir anıyı paylaşmak, onların sıkıntılarına ya da mutluluklarına ulaşmak hem ebeveyn ve çocuk arasındaki ilişkiyi kuvvetlendirecektir hem de çocuğun daha huzurlu uyumasına yardımcı olacaktır.

2. Ne için sabırsızlanıyorsun?: Profesör Martin Seligman'ın The Optimistic Child kitabını referans olarak gösteren Dr. Coulson, kitaptan yola çıkarak çocukların gelecek görüşlerine değiniyor. Prof. Seligman'a göre umut ve iyimserlik (optimizm) depresyona karşı en güçlü caydırıcı kavramlar olmaktadır, ve çocuklara geleceği hakkında sorular sormak ve olumlu cevaplar almak çocukları depresyondan bir adım daha uzaklaştıracak ve gelecek için yeni olumlu cevapları da beraberinde getirecektir. Böylece daha mutlu ve sağlıklı bir uyku geçişine yardımcı olacaktır.

3. Konuşmak istediğin bir şey var mı?: Ebeveynler bu soruyu defalarca sormuş olabilir. Ancak aldıkları cevap tatmin edici olmayabilir. Şimdi ebeveyn olarak bunu bir de yatma vaktinde, yatmadan önce ya da yatakta sormanız gerekmekte. Bu süreçte çocuğu ile baş başa kalan ebeveyn, çocuğundan gelecek cevaplara da kulak kesilmeli zira çocuğunun hayatı ile ilgili kendisinden öğreneceği yeni tecrübeler, duygular, gelişim ve değişimler olacak. Ebeveyn ve çocuk arasında daha duygusal bir bağ kurulmasına yardımcı olan bu evre ile ilişki de güzel bir yol izleyebilecek.

4. Özür dilerim! Dr. Coulson özür dileme kısmına yaklaşımını evli eş ilişkisine benzetiyor. Eşlerin yatağa küs girmemesi gibi ebeveyn ve çocuk da yatağa küs girmemesi gerektiğini savunan Coulson, çocuk ile sağlam bir ilişki kurmanın ve bir takım soyut kavramların çocuk tarafından algılanmasının özür dileme ile olacağını savunuyor.

5. Seni seviyorum. ''Her gece mutlaka söyleyin''i savunuyor Dr. Coulson. Ve bunu yaparken çocuğu öpmeyi ve sarılmayı da unutmamak gerektiğini ekliyor. En güçlü cümlenin beşinci madde olduğunu belirten doktor, hem sağlam ve mutlu bir ilişkiye en önemli adım olacağını hem de daha huzurlu yatma vakitlerinin olacağını önemle vurguluyor.

Kendi çocuklarıyla geçirdiği zamanı da bu çalışmaya ekleyen Dr. Coulson, çocuklara söylenmesi gereken bu 5 madde ile yatma vakitlerinin artık daha keyifli olacağını ve çocuk ile ebeveyn arasındaki bağın zamanla çok daha kuvvetli, sağlam ve mutlu olacağını belirtiyor. Bu noktada işin büyük kısmı her zaman olduğu gibi ebeveynlere düşüyor. Sadece 5 cümle ile artık daha keyifli yatma vakitleri hem çocukları hem de ebeveynleri bekliyor.

Kişisel Gelişim Noktası



Kişisel gelişim noktası nedir? Bu sorunun en iyi cevabının hayatınıza bakıp da, “bunu daha fazla kaldıramıyorum artık,” dediğiniz an olduğunu düşünmüşümdür hep. Yaşadıklarınız size öyle ağır gelir ve altında öyle çok ezilirsiniz ki kendinizi küçücük hiçbir işe yaramayan bir nokta gibi görmeye başlarsınız.

Tam o noktaya kişisel gelişim noktası diyebiliriz. Unutmayın, evren de küçücük bir noktadan patlayarak bu hale geldi. Bir anda hızla büyümeye ve gelişmeye başladı. Ya da basit olarak bir top düşünün, onu yere attınız, yere değdiği noktada Newton’un Kuvvetler Yasasına uyacak ve zıplayacaktır.

Fiziğin ve doğanın kanunlarını insan hayatına uyarlamayı sevmişimdir hep. Aslında günlük yaşantımız içinde farkına varamasak da hepimiz evrenin kanunlarına uyarak yaşıyoruz. İşin güzelliği de bu kanunlarda, kendinizi en dip noktaya vurmuş hissettiğiniz anda hiç korkmanıza gerek yok. Çünkü temel kanunlardan biri olan etki tepki yasasınca o nokta sizin en hızlı sıçramaya imza atacağınız noktadır.

Hayatınızda bir şeylerin ters gittiğini anladığınızda beynin kendini savunma mekanizması devreye girer ve sizi her türlü karanlık duygulardan korumak için araştırmalar yapmaya başlar. Direnç göstermemek ve akışına bırakmak önemlidir. Tamamen inanmalısınız ki hayatınız artık kendini iyileştirmeye başladı.


Burada şunu söylemeliyim ki bu yazıyı okuyan ve kendini realist olarak tanımlayan bir grup insan “yine bir kişisel gelişim saçmalığı,” diyor olabilir. Bilimsel bir açıklaması bile yok! Değil mi? Değil. Devam edin bilimde hiçbir şey aksi ispatlanana kadar reddedilmemelidir. Araştırmanıza beynin ve bilinçaltının işlevleri ve bu konuda yapılan bilimsel deneyleri inceleyerek başlayın. Eminim ki kendinizi tekrar bu sayfada bulacaksınız.

Artık kişisel gelişim noktasındasınız. Kendinize yardım etmenin en hızlı yolu, kendinizi buna tutkuyla adamanızdır. Hayatınızdaki sorunlar aklınızda ne kadar çok belirirse, kendinize yardım etme isteği de o kadar çok aklınıza gelmelidir. Tutkuyla yapılmayan işlerin başarısız olma ihtimalinin az olması gibi, tutkusuz yapılan işlerin de başarılı olma ihtimali azdır.

Kişisel gelişiminizi hayatınızda sorunlu gördüğünüz her alana yöneltin. Bu isterseniz sizin kilo probleminiz, sigara bağımlılığınız, işsizlik ya da sağlık sorunlarınız olabilir. Araştırmaya devam edin. Etrafınızda bu güne kadar farkında olmadan bir çok şey duymuş olmalısınız. Çekim yasası, yoga ve meditasyon, çakralar, nlp ve eft teknikleri, bilinç altı temizleme müzik programları, beyin frekanslarıyla ilgili çalışmalar…


Kendinize iyi gelen bir şeyler bulun. Orta çağda bir çiftlikte yaşamıyoruz. 2000’li yıllarda bilim ve teknolojinin her alanda olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Kendimizi duyguları olan, korkusuz bir robot gibi programlamayı öğrendiğimiz noktadayız. Hayatınızın ne denli kolay ve güzel olabileceğini hayal edin.

Sizin de hayatınızın değişme zamanı gelmedi mi?

Size Döneceğim

(Kurumsal şirketlerin zafiyeti noktasına gelen personel davranışları ve bunların toplumsal iş ahlakı, iş etiği üzerine etkilerini irdeleyen bir yazı.)



Kurumsallaşma, kurum olmak, kurumsal bir yapının parçası olmak. İş hayatına adım atan işveren veya çalışan herkesin hedefi, hayali. Büyük bütçeli işler, ticari itibar, artan pazar payları ve ele geçen gücün kötüye kullanımı. Bataklığa iyi niyet taşları döşeyerek yürünen zorlu yolun sonunda unutulan, geçmişte kalan zorluklar, yaşanan bu zorlukların artık diğerlerine yaşatılacağı zamanlar. Evet aşina olduğumuz, sürekli tekrarlanan film senaryolarına benziyor ama şirketlerimizin gidişatı da aynen böyle. İş hayatına ister işveren ister çalışan olarak yeni adım atan genç ve tecrübesiz her girişimci muhatap olduğu çevrenin ne kadar tahammülsüz, acımasız ve duygusuz olduğundan yakınır.

Öyledir de gerçekten. Ancak bu ortamda kavrulurken kısa sürede aynı özelliklerin kendinde vücut bulduğunu fark etmez. Ticaret hayatına kurumsal bir yapı içerisinde atılmamış bireyler bunu pek fazla idrak edemezler ancak kurumsal yapıların bireylere yüklediği sorumluluklarda etik hiç de öncelikli değildir. Önceliği kar olan sistemin insan odaklı çalışmamasından dolayı ticaretin insani tarafı göz ardı edilir ve bu da zamanla kurumsal yapıların zaafı haline gelir.

Kendisi gibi yüzlerce, hatta binlerce bireyin çalıştığı kurumlarda insan, hatalarının göz ardı edilebileceğini düşünür. Göz ardı edilmesine alışılan hatalar zamanla hata olarak algılanmaktan çıkar. Bir süre sonra ise hatasından söz edilmesi dahi, insanı, muhatabını red veya inkar psikolojisine götürür. Örneğin kurumsal yapının deyim yerindeyse çömez personeli öncelikle muhataplarını elinden geldiğince dikkate almaya sorunlarını çözmeye çalışır.

Bir süre sonra iş yoğunluğu bahanesini kullanarak kendisine aksettirilen soru veya sorunların sadece halledebilecekleri ile ilgilenmeyi yeterli görür. Bu sırada diğer konular için muhataplarını yönlendirmeyi veya cevaplamayı gerekli görmez. Bir süre sonra ilgilenilecek konular sadece acil olanlara indirgenir. Yine kendisi için acil olmayan bir konunun muhatabı açısından acil veya en azından gerekli olabileceğini düşünmez ve herhangi bir geri bildirim yapma gereği de duymaz. Eğer bu noktada bir talep gelirse "ben size döneceğim" joker hakkı kullanılır ancak dönüş yapmak elzem değildir. İş ahlakının yozlaşmaya, insanlar arası güvenin azalmaya, işin keyfinin kaçmaya başladığı nokta tam da burasıdır. Bundan sonra, bu yola başvuruldukça, aslında iş hayatının temel taşı olan "sözün kıymeti"kaybolmaya, ahlaksızlık normalleşmeye başlar.


Eğer buna tahammül etmeyen bir muhatap çıkar da kurumsal firmanın kendini sorgulanamaz hisseden personeline bu gerçekliği ifade ederse, beklenmedik ve hiç de adil olmayan bir tepkiyle karşılaşır. Çünkü artık onun için doğru olan ve normal olan, ahlaki olan, insani olan değil, ticari olan, zoraki olandır. Bir kurumsal şirket, iş hacmi dolayısıyla, tedarikçi olsun, müşteri olsun, binlerce kurumsal olmayan şirket veya şahısla muhatap olduğundan ve aynı zamanda genellikle de bunlar için rol model olduğundan, bu ahlaksızlık hızla yayılmaya, toplumun genel özelliği olmaya başlar. Artık kimseden etik ve ahlak beklenemez hale gelir. Şu an kanunlarla yoluna koyulamayacak, bu gelenek, görgü ve etik yoksunluğunu yaşamaktayız. "Size döneceğim" gibi basit sözlerin tutulmaması ile iş yerlerinin güvensiz, çeklerin karşılıksız, malların ayıplı çıkması arasında bir fark yoktur. Çünkü bunların tamamı başta kendi sözünü, yani kendini olmak üzere, insanları önemsememekten kaynaklanır.

Tedarikçinizi önemsemez, müşterinizi önemsemez, nihayetinde personelinizi önemsemezsiniz. Yapılan tüm işlerin, sunulan tüm hizmet ve ürünlerin insan için olduğunu unutur, kar için olduğunu düşünmeye başlar ve bu yolda herşeyi mübah görürsünüz. Bu sorunun çözümü; kapitalist sistemin yarattığı insan kaynakları birimlerinin sömürülecek insan akışını sağlamaktan ziyade elindeki en büyük hazine olan kaynağı doğru kullanma, topluma faydalı hale getirme üzerine yoğunlaşmasından geçer.

 Eğitimler, süreçlerin nasıl hızlandırılacağı üzerine değil, memnuniyetin nasıl artırılacağı üzerine eğilmelidir. Kolay ve hileli yollardan sağlanabilecek müdür veya patron takdiri yerine, zor ama hem şahıs hem de temsil ettiği şirket için kalıcı etkileri olan muhatap takdiri hedefleyen bir iş ahlakı eğitimi verilmelidir.


Bu eğer şirketlerin benimsemeyeceği bir yöntem ise o zaman aileler, okullar, üniversiteler bu işi üstlenmeli, kısır döngüye mahkum düzenin değişmesi için gereken temelden yapılmalıdır. Şu sıralar Amerikan, Çin ve Türk şirketlerinde bu etik yoksunluğu gözle görülür durumdayken, Çin'in hızla iyileşme sürecinde olduğunu, Amerika'nın en azından tüketici odaklı olduğunu, Avrupa genelinde ise iş etiği konusunda durumun çok daha iyi olduğunu hissedebiliyoruz. Şirketlerimizin acilen personel davranışlarını gözden geçirmeleri, ahlaki davranış prosedürleri ve kontrol mekanizmaları oluşturmaları, insan ve memnuniyet odaklı hale gelmeleri gerekmektedir. Aksi halde hepimiz, biri bize dönecek diye bekliyor olacağız.

Facebook - Yüz Kitabı Günümüze Etkileri Okunası Yazı

Facebook - Yüz Kitabı

Günümüz insanının internet ortamında ve özellikle facebook ve insani yaşam hakkındaki bir yazı ... İyi okumalar.

Günümüzde insanlar arasında hızlıca yayılan bir virüs. Henüz çıkış nedeni ve kurtulma çareleri bulunamadı. Yediden yetmişe herkesin artık yüz kitabı, pardon düzelteyim facebook’u var. İnsanlar çaresizce bu paylaşma ağına takılıyorlar. Gün geçtikçe de bu ağda sallananların sayısı hızla artıyor. Tabi nedeni yok. Zaten nasıl olsun. İnsanların özel hayatlarını milyonlarla paylaşmasının nasıl bir açıklaması olabilir ki. Ben bulamadım. Ama henüz…

Bir bakıyorsunuz değişen Türkçe ile değişen konuşma terimleri sizi oldukça rahatsız ediyor. Paylaş. Beğen. Dürt. Twettle. Bu terimleri yıllar öncesinde yazsaydım eğer kimse anlamazdı. Boş gözlerle suratınıza bakarlardı. Ama şimdi yaşam kaynakları olmuş. Evet, belki güleceksiniz bana ama insanların yeni yaşam kaynağı bu facebook. Bir arkadaşım geldi ziyaretime. Ortaokul sıralarından. Çocukluğumun en güzel yıllarından. Tabi bence şimdi ki zamanlara göre olağanüstü olan çocukluğumdan. Ne yaptın nerelerdeydin faslından sonra merak edilir ya, eee başka kimlerle görüşüyorsun. Diğer arkadaşlardan da haber alıyor musun diye sordum. Meğer işte tam da bu soruymuş, o can alıcı soru. Tabi dedi. Başladı anlatmaya. O burada şu orada bu şu olmuş şunla evlenmiş. Buraya kadar hayranlıkla dinledim arkadaşımı hatta içimden de kendime kızarak. Sonra gel gel sana da göstereyim dedi. Döndü ve internet var değil mi? dedi. O kadar acınası görünüyordum herhalde. Var var dedim, yani bu devirde kimin interneti yok ki dercesine. Tabi insanlar o kısmı çoktan atlamışlar. Ben daha yeni o gün farkına vardım. Hemen geçti bilgisayarın başına. Bastı o sihirli harflere; F-A-C-E-B-O-O-K. İşte dedi herkes burada. Heyecanla fareyi gezdirmeye başladı ekran üzerinde. Evet, herkes oradaydı gerçekten de. Bakıyorsunuz paylaşma zamanına; bir dakika önce, mobil aracılığıyla yazıyor. Akşam yemeğine gitmiş arkadaşlarıyla. Saate bakıyorsunuz akşam yemeği vakti. Yani hem yemeğini kaşıklıyor hem de bir yandan fotoğrafını çekip internete atıyor. Evet, acı ama gerçek artık insanlar facebook için yaşıyorlar. Hemen fotoğraf çekilelim ve internete atalım. El alem görsün; bak nerdeyim? kiminleyim? Neler yapıyorum? Yaşama sebebimiz olmuş insanları neler yaptığımızdan haberdar etmek. Gerçekten hala inanması güç. Tabi bu arada bence sayfada amacının dışına çıkmış. Yüz kitabı olan adını secretbook olarak değiştirmek lazım. Herkesin özel hayatı orada çünkü. İlişkisi var yazıyor. Allah’ım dedim kıza bak. Annesi babası ne diyor bunun acaba diyorum içimden ama sonra yan sayfaya bakıyorum ailesi bölümünde annesi babası da faceli. Evet, ben baya eskilerden yazıyor olmalıyım. Atmış oraya kocaman bilmem nerede akşam yemeğinde. Yemeğinde resmi çekilmiş ve alta yapıştırılmış. Çünkü belli ki günümüz insanı yemek kelimesini de anlamaz olmuş. Resmi gösterildiğine göre.

Eskiden ben daha çocukken yani 80’lerde annem elimizde meyve yada ekmek varsa bitirin öyle çıkın derdi. Bir gören olur alamayan olur canı çekmesin kimsenin derdi. Şimdi nerede bu vicdani insani duygular. Ben gerçekten anlamıyorum. Evet, hüzne bağlamak istemiyorum ama gerçekten bunu da abarttık mı acaba yine herkes bir kendine sorsun istiyorum.

Geçen gün annem dışarıda ip atlayan çocukları gördü ve aferin çocuklar diyerek alkışlamaya başladı. Annem kafayı yiyor olmalı derken bir sorayım dedim. Biz ip atlarken hiç de böyle davranmıyordu çünkü. Evimizin penceresinden o ahenkli ses tonuyla, hadi çocuklar eve girin artık. Akşam oldu. Bak gelirsem oraya keserim o ipi diye küçük tatlı uyarılarda bulunuyordu canım anneciğim. Sordum. Anne niye alkışlıyorsun diye. Kızım baksana artık sokakta oynayan çocuk mu kaldı. Ne güzel bak hala çocuk kalmış mahallemizde dedi. Çok duygulandım. Evet, çocuklarımız kalmıyor. O saf masumlar kalmıyor artık. Daha bu konu hakkında yazacak o kadar çok şeyim var ki ama başka yazımda daha uzun anlatmak istiyorum. Konuyu dağıtmak istemiyorum. Bu arada annemde faceli.

Hıı beni soruyorsanız eğer ben hala bu ağa takılmadım. Umarım önümde ki bir yüzyıl daha takılmam.

Anne ve Genç Kızları Arasındaki İletişim


Anneler doğduğu ilk andan itibaren kızları gelecekteki en iyi arkadaşlarıdır. Bir anne kızıyla her türlü şeyi konuşup paylaşabilmeli, destekçi olmalı, sorunlu olduğu konularda anlayış göstererek yetişkinliğe doğru giden kızına yardımcı olmalıdır. Ama bazen bu yardım metodları işleri arap saçına döndürüp karıştırabilir, yanlış anlaşılmalara dönüşebilir anne ve kız arasından çatışmalara sebebiyet verebilir.

Gençler ve yetişkinler arasındaki kuşak farkları iletişimi etkileyebilir. Özellikle yeni genç kızlığa adım atmış kız çocuklarından agresiflik, 
dengesizlik, kıskançlık, şımarıklıkları, kendini bir şey zannetme, ben oldum havalar anneleri de şaşırtır ve anneler bu durumlarda nasıl davranacağını zaman zaman şaşırmış duruma da düşebilir.İşte bu konuda annelere müthiş bir sabır görevi düşüyor. Bununla beraber anlayışlı olabilmek ve doğru şekilde akıllıca davranmak oldukça iyi sonuçlar verir.

Bir anne her şeyden önce şunu bilmelidir ki kızı bir geçiş noktası yaşamaktadır. Bu geçiş çocukluğu geride bırakıp gençliğe merhaba olduğundan çocuk gençlerimizde zaman zaman bunalımlı zaman zamanda aşırı hareketli dengesiz bir halde gençliğe alışana dek sürer gider. Bu zamanda hormonlar vücuda adapte olmaya çalışmakta bir yandan da aile içerisinde çocukluktan çıkıp gençliğinin verdiği duyguları neticesinde kendini gençlik sınıfında kabul ettirme çabasına düşer genç birey… Farklı bakış açılarıyla, yeni dünyasını keşfederek duygu ve düşüncelerle kendini ifade etmeye çalışırken anne,baba ve kardeşle uyumsuzluk içine de düşebilir,düşecektir de…Hiçbir çocuğun bu döneminde her şeyin aynı kalması beklenemez fakat anne ve babanın olaylara yaklaşımı çocuğa iyiye doğruya yaklaştıracağı gibi kötüye ve yanlışa da çekebilir.

Burada özellikle anneye büyük bir görev düşmektedir. Konumuzun ana başlığında da belirtildiği gibi “anne ve kız” iletişimi bu dönemlerde oldukça önemli geleceğinde temellerini daha güçlü kılacaktır. Doğru bir anne ve çocuk ilişkisi her şeyden önce güveni bir hazine kılar. Bir annenin kızına, bir kızında anneye duyduğu güven oldukça kuvvetlidir.

Bilindiği gibi bu gençliğe ilk adım çağların en önemlisi olduğundan bir anne öncelikle iyi bir dinleyici olmalıdır. Kızını iyi anlayabilmelidir. Kızının iç dünyasında neler olduğunu algılayabilmelidir. Bunu davranışlarından da çıkarabileceği gibi konuşarak iletişimi kuvvetlendirmelidir. Genç kızın güvenini kazanarak ona anlayış ve sabır göstererek çocuğun bu fırtınalı döneminde uzaklaşmak yerine daha da yakınlaşmayı denemeli ve yakınlaşmaktan iletişim kurmaktan asla vazgeçmemeli doğru iletişimi kurana dekte gerek sözlü, sözsüz gerekse temas halinde gerekse çocuğunuza sevginizi hissettirerek çocuğunuzla iletişimi iyileştirmelisiniz.

Bu zamanlarda annelerin otoriter tavırları bu iletişimi ne yazık ki fazlasıyla zedelemektedir. Elbette ki çocuğunuza koyduğunuz kurallarınız olsun, olmalıda fakat bu kuralları bazen esneterek çocuğunuzun gönlünü kazanabilir, farklı düşüncelerine ortak olmayı deneyebilirsiniz. Unutmayın kurallar çiğnenmek için vardır sözü her zaman yerde geçerlidir yasak olan şey her zaman cazip geldiğinden bu yaşlardaki çocuklar bunlara karşı aşırı bir ilgi gösterir. O yüzden çocuğunuzun yasaklarla büyütmek yerine onunla arkadaş gibi bir tavır içersine girerseniz onu kaybetmek yerine fazlasıyla saygıyla, sevgiyle ve güvenle kazanmış olursunuz. Çocuk iyiyi kötüyü abartıya kaçmadan tabiki de sizin kontrolünüz içersinde deneme ve yanılmayla öğrenecektir. Bir bebeğin düşe kalka yürümeyi öğrendiğini hepimiz biliyoruz. O yüzden bırakalım gençlerimizde sizinle paylaşarak yaşasın kendine ait küçük özgürlüğünü… Çocuğunuza kendi kararlarını verebilme hakkı tanıyın. Bu onun hem gelişimini hem de az da olsa gururunu okşayacaktır…

Bir anne olarak sadece konuşabilmekle ve ona karar verebilmesinde küçük özgürlükler tanımakla sadece iş bitmiyor. Ona zaman ayırabilmelisiniz. Bu zaman dilimleri inanın sizin ona en yakın olduğunuz zamanlar olacaktır. Öyleyse alışverişe birlikte gidin, yemek yapın,sinema izleyin farklı aktivitelerde kızınızı keşfedin… Fikirlerine değer verip konu hakkında görüşlerini alın. İlgilenin, sevginizi gösterin en iyi arkadaşı olduğunuzu bilmesini sağlayın. Bunları yaparken hem siz hem de kızınız kendini daha iyi hissedecektir. Bu tür zaman dilimleri ilişkiyi daha da kuvvetlendirirken kızınız hakkında size en iyi ipuçlarını verir. Sizde bir anne olarak herhangi bir soruna karşı ona göre tedbirinizi rahatlıkla alırsınız.

Ergenlikte duyguların önemi kadar fiziksel değişimde çok önemlidir. Belki genç kızlar bu durumdan rahatsız olduğu gibi memnunda görünebilir. Bazıları için fiziksel değişimler normalken bazılarınaysa kabus görünebilir. Genç kızlarda en çok görünen sorun korku,endişe,utangaçlıktır. Sizde bu durumlardan geçtiğinizi hatırlayarak kızına hoşgörüyle yaklaşın ve kendinizi onun yerine koyup kendi gençliğinizden komik anılarınızı anlatarak onu sakinleştirebilir, eğlendirebilirsiniz. Eleştirerek değil empati yaparak sevgiyle bu durumların üstesinden gelmesini sağlamaya çalışmalısınız. Sonuçta onları eleştirmeniz utangaçlığını, korkuların ve endişelerini yok etmediği gibi üzerinden atması yerine onlara sıkı sıkıya sarılmasını sağlar. Siz burada yapacağınız şey onu genç kızlığa hazırlamak olmalıdır.

Genç kızlarda ya da genç erkeklerde görülen bir ergenlik konusu da gece yatış saatleridir. Bazı anne babalar bu konuda çok geniş davranışlar sergilemektedir. Fakat bu çok büyük bir yanlıştır. Çocuğunuzu bebeklik çağından itibaren bir yatış rotasına alıştırmanız gerekir. Bu sayede bu konuda asla taviz vermeyeceğinizi bilerek ergenliğinde de bu sorunun üstesinden gelmeyi rahatlıkla başarabilirsiniz. Hem sağlık açısından hem de hormonların dengesi açısından mutlaka düzenli bir uyku uyuması gerektiğini asla unutmayın. Uykusuzluk çok ciddi bir sorundur strese, kilo alımına, depresyona bile sokar o yüzden bu konuda asla ödün vermeyin.

Bir başka ergenlik sorunumuz teknoloji… Ne yazık ki bilgisayar ve tabletler bugün küçük çocukların bile elinde oyuncak halini almış durumda.. Biz ülkeler geliştikçe ne yazık ki birçok sorunu da beraberinde getiriyoruz. Bilgisayar radyasyon yaydığı üze , psikolojik dengeyi de çok ciddi anlamda bozmaktadır. Çocukların ve gençlerin bu cihazlarla çok içli dışlı olmadan zaman sınırlaması koyularaktan zaman geçirmesi çok doğrudur. Bu cihazlarla uzun süre zaman geçirmek aileden kopartarak bilgisayara bağımlı hale dönüştürmektedir. Bu yüzden lütfen gençlerimize kotalı kullanacakları internetler sağlayarak erişimini en aza indirmek onun ruh sağlığına ve gelişimine yaptığınız en doğru kararlardır.

Zamanının dolu geçmesine olanak verin. Tabiki sizin seçtiğiniz değil onun seçtiği bir aktiviteyle zamanının eğlenceli, keyifli ve öğretici bir şekilde doldurmasını sağlayıp, gençleri yönlendirmek ona yapılan en büyük iyiliklerden biridir. Özellikle genç kızları spor, dans, tiyatro ve müziğe yönlendirmek ilerde onun neyle ilgilenebileceğini belirlemesi için güzel bir fırsat olacaktır.

Evden çıkıp arkadaşlarıyla bir şeyler yapmasına olanak verin. Sürekli evde oturması çocuğun ruhunda üşengeçliğe yol açar. Kendi dünyasına çekilmesin, içine kapanmasına neden olur. O yüzden haftada 3 gün spor, müzik, resim vs. yapabileceği bir kursa yazdırmanız hem arkadaşları olmasına hem de bir şeylerle uğraşmasına sebebiyet verir. Çocuklarınızı tembelleştirmek yerine üretici olmasına yardımcı olun.

Genç kızlarımız ergenlik çağında meraklı olabilir. Biz bir anne olarak ona en yakın kişisiniz. Bu yüzden onun dile getiremediklerini siz ona anlatarak bilgili olmasını sağlayın. Örneğin cinsellikle ilgili bilmesi gereken her şeyi sizden öğrenmesini sağlamalısınız. Kulaktan dolma bilgiler onu hem yanlış yönlendirecektir. Aşk hakkında sevgi hakkında da sizden öğreneceği pek çok şey olduğunu unutmamalısınız kızınızın. Eğer sizde bu konuları onunla konuşmaktan çekinirseniz bu soruların cevabını çok başka yerlerde arayacaktır. Buda onu yanlış bildikleriyle yanlış yerlere sürükleyecek yanlış kişilerle sevgi yaşamasına neden olacaktır. Sizin ona anlattığı gibi onunda size anlatmasını ve soru cevap şeklinde bu tür bilgi açlığını kapatmasını sağlayın.

Artık kızınızın çocuk değil genç kız olduğunu algılamalısınız. Ona çocuk gibi değil genç bir birey olarak davranmanız gerektiğini bilmelisiniz. Bu yüzdende o değişirken sizde bu yeni duruma alışmalı kendinizi onunla birlikte yenilemeli bu farklılıklara açık olmalısınız. Eğer siz onu çocuk gibi görür onun değiştiği gibi sizde kendinizi değişmezseniz bu aranızda bir sorun oluşturacaktır ve çocuk anlaşılamamaktan şikayetlere başlayacak aradaki küçücük problemler büyüyecek öyle dedin böyle dedin davasına gidecek olaylar uzayacaktır. Çocuğunuzun bir karakter sahibi olmasına izin verin,çocukluktan çıktığını bilincine varın bu yüzdenden çocuk sınıfında değil artık yetişkinliğe aday bir genç gibi hissetmesini sağlayın.

Ama bu anlattığımız tüm detaylar ona kaba,ukala ve şımarık olma hakkını vermez. Bu konuda çok esnek olmayın yani onunda aileniz ve çevre için biraz fedakarlık yapması gerektiğinin bilincine varmasını sağlayın. Söz gelimi ergenliğe girmiş olması onun büyüklerine saygısızlığını, terbiyesizliğini kesinlikle hoş göstermez. Böyle durumlarda onu kırmadan kelimelerinizi özenle seçerek sadece anne-kız olarak var olduğunuz bir ortamda düşüncelerinizi sevgi dolu, bir şekilde ona belirtmeniz gerekir. Kesinlikle yüksek sesle konuşmamalı ses tonunu vurgulayarak ama sakince anlatmalı kendinizi çok sinirlenseniz bile kontrol altında tutmanız gerekir. Her şeyin kendi içinde bir sınırı olması gerektiğinin bilmeli… Saygının çok başka bir şey olduğunu saygı olmadığı yerde sevginin de olmadığını anlamalı…

Ve son olarak genç kızınızdan sevginizi asla esirgemeyin ve ona bunu hissettirin sarılın,öpün süprizler yapın. Kızınız bilsin ki annem beni seviyor…Kızınız ve siz ne kadar yakın olursanız unutmayın kızınızın hayatı o kadar mükemmel olur.

Empatisizlik Sorunu



Günümüzde, televizyonlarda, sosyal medyada, gazetelerde, hatta kendi çevremizde sıklıkla duyduğumuz belki de artık alıştığımız evliliklerin bitmesi, dostun dostunu öldürmesi, erkeğin kadına şiddeti gibi bir dolu iç karartıcı olaya şahit oluyoruz. Ve bu olaylar yaşanırken kendi başımıza gelmediği için de sadece birkaç saniye insanlar ne hale geldi deyip geçiyor, bu sorunları nasıl çözebiliriz diye düşünmüyor, hatta biri bize akıl verdiğinde ben tek başıma ne yapabilirim ki diyoruz. Aslında kişi çok şey başarabilir tek başına da olsa. Çünkü bu olayların hepsinin nedeni karşımızdakini düşünmeden hareket etmemiz, empati kelimesini sadece kendi çıkarlarımız için kullanmamızdan ve en önemlisi karşıdakinin de bir insan olduğunu düşünmemizden kaynaklanmaktadır.

Örneğin, 21.yy’daki kadın erkek ilişkilerini ele alacak olursak, kolaylıkla bizden çok ben kelimesinin yer aldığını görebiliriz. Çoğu çift erkeğin ve kadının doğasını kabul edip buna göre birbirlerine anlayışlı yaklaşmak yerine doğalarını bozmaya çalışmaktadır. Örneğin kadının ben duygusalım hassasım şöyle üstüme düşsün bana şöyle sürprizler yapsın gibi düşünceleri tamamen yanlıştır. İlişkilerde sadece kadın değil erkek de kendisine sürprizler yapılmasını, sevgi gösterilmesini ister. Kadının kendisini saydığını ve sözüne değer verdiğini görmeyi ister. Yönetilmekten çok kadının düzen oluşturmasını ister. Yani atalarımızın da dediği gibi yuvayı dişi kuş yapsın ister. Peki kadın ne ister? Televizyonun en büyük yanıltmasıdır kadınların ne istediği belli değildir demesi. Aslında çok basit, kadın da hemen hemen aynı şeyleri ister. Değer verildiğini görmek, yaptığı şey yemek dahi olsa kıymetinin bilinmesini ister. Küçük tatlı sürpriz hediyeler ister. Kısacası karşılıklı anlayış isterler. Bütün bunlara bakacak olursak ilişkilerde ben bunu istiyorum demek yerine ilk başta karşıdakinin ne istediğini sorup onu yapmaya çalışmak ilişkinin ömrünü uzatır, karşılıklı kopmayacak bir sevgi bağı oluşur.

Kadın erkek ilişkisi gibi diğer tüm insanın insanla ilişkisinde karşıya verilen değer ve anlayış ilişkileri sağlamlaştırır ve güven kazandırır. Güven empatiyle kazanılır eğer birine yaptığınız bir şeyin kendinize veya sevdiğiniz herhangi bir insana yapılması zorunuza gidiyorsa yapmayın. Her hareketinizde önce karşımdaki acaba üzülür mü kırılır mı yerinde olsam ne hissederdim diye düşünüp ona göre hareket etmemiz gerekir. Evladın anneye hoşgörüsü, kadının erkeğe ya da erkeğin adına hoşgörüsü, dostun dosta hoşgörüsü, yani insanın insana hoşgörüsü böyle oluşur. Ve bunları tek başımıza yapabiliriz. Mevlana’nın da dediği gibi “Dün zekiydim dünyayı değiştirmeye çalışıyordum, bugün daha zekiyim kendimi değiştirmeye çalışıyorum” .

Akıl Oyunlarının Öğrenci İçin Önemi

Akıl Oyunlarının Öğrenci İçin Önemi


Günümüz eğitim modelleri incelendiğinde öğrenci merkezli eğitim modellerinin öğrenci açısından daha faydalı olduğu uzman tarafından benimsenmiştir. Eğitimde başarı herkes tarafından arzuyla istenen bir sonuçtur. Hiç kuşku yok ki her veli ,öğrencisinin başarılı olmasını ister . Bunu gerçekleştirmek için de öğrencisini dershane, etüt merkezlerine veya özel ders bürolarına gönderir. Sonuçta bu istekler, etkinlikler çok beklenen başarıyı getirmek için yetersiz kalabilir. İşte burada öğrenciyi anlayan, ona yol gösteren bir danışman devreye girmeli.

Bahsedilen danışman akıl oyunları olabilir. Çünkü bir sporcuyu düşünün bir antrenörde kayda değer bir başarısı yokken başka bir antrenörde başarıdan başarıya koşabilir. Bütün mesele çocuğun ilgi, yetenek, hobi, fobi, motivasyonunu doğru tespit etmekten geçer. Tabi ki başarıya giden birçok yol vardır. Biz bu yollardan sadece biri hakkında bilgiler sunacağız.

Velilerimiz , aşağıdaki durumları değerlendirirken benim çocuğumda da böyle bir durum var,diyorlarsa o zaman beni dikkatlice dinlemelerini tavsiye ederim.
Çocuğumu ders çalıştırmak için akla karayı seçiyorum.
Çocuğum internetin karşısından ayrılmak istemiyor.
Okul ile ilgili hiçbir bilgiyi paylaşmıyor.
Dikkati hemen dağılıyor.
Okuduğunu unutuyor.
Okuduğunu anlatamıyor.
Zihinsel işlemleri yaparken zorlanıyor
Ezber yeteneği çok zayıf.
Anlatırken gelişmeden başlayıp araya giriş bölümünü sokup sonuca bağlıyor.
Bizi çok eleştiriyor.



Bunun gibi daha birçok unsur sayabiliriz. Akıl oyunlarının çocuk üzerindeki etkisini anlatmaya bebeklikten başlarsak; çocuğumuzu eğlendirmek için oyunlar oynamışızdır. Bu oyunlarda çocuk daha isteklidir; çünkü keyif verir. Demek ki keyif veren etkinlikler çocuğu olumlu etkiliyor.

Akıl oyunları çocuğun basit oyunlardan kuramsal oyunlara doğru yönelmesini sağlayacaktır. Bu da kolayı herkes yapar, zoru yap da görelim güdüsünü devreye sokar. Ayrıca oyunlardaki stratejiler, taktikler onu bilişsel açıdan geliştirir. Yani ders çalışmazsan oyunda yenilirsin kozunu kullanarak onu çalışmaya itebiliriz.

Avrupa’da öğretilecekler dikkat çekici duruma getirilerek uygulanıyor. Teorikten çok uygulama esasına dayanır. Onların uyguladığı bu sistemi biz birkaç senedir uygulamaya başladık. Meyvelerini de almaya başladık. MEB akılcı bir uygulamayla zeka vay akıl oyunlarını seçmeli ders yaptı. Çoğu kamu okulu ve özel okullar akıl oyunları sınıfı oluşturdu. Böylelikle öğrencilerin zevkli okul kavramı yerleşmeye başladı.

Akıl oyunlarıyla öğrenciler kendini tanımaya başladı. Eksikliklerinin farkında oldular. Örneğin ezber problemi olan çocuklara hafıza kartlarıyla beynini geliştirme fırsatı sunuldu. Dersleri oyunlaştıran öğretmenlerimiz,öğrencilerini kendilerine bağladılar. Derslerine ayrı bir hava kattılar. Türkçe öğretmenlerimiz resfebe oyunuyla dikkati güçlendirmeyi ve odaklanma sürelerini uzattılar.

Size tavsiyem sosyal paylaşım sitelerinden birisini tıklamaları ve akıl oyunları videolarını izlemeleridir. Göreceksiniz sizin de hoşunuza gidecektir. Saygılarımızla…!

Karizma Nedir - Karizmatik İnsan Nasıl Olunur ve İnsanları Etkilemek Üzerine Bir Yazı ...

Karizma insanın hayat boyu üzerinde bir elbise gibi taşıyacağı karakter ve dış görünüştür. İlk ön yargısı insanların dış görünüşünüze daha sonra da karakterinize bağlıdır.


Bildiğimiz gibi artık yaşadığımız dünya da insanın iç özellikleri kadar dış görünüşü de büyük bir önem taşıyor. Bir İş yerine başvuru yapmaya gittiğimiz de , bir toplantıda konuşma yapacağımız zaman ve bizim konumuz olan sosyal hayatta giyim ve karizmanın yeri oldukça önemlidir. Karizmayı sadece giyim olarak değil karakter ve yaşayış biçimi olarak da ele almamız lazım sadece şık giysiler karizma olmanızı sağlamaz. 


İlk yapacağınız şey gözünüzdeki karizmatik erkek modelini bir kağıda yazmanız ve sizde olmayan özellikler nelerse onları tespit etmeniz. Daha sonra yapacağınız iş dışarıdaki insanlardan sizi farklı kılacak ama abartılı olmayacak dış görünüş düzeltmeleri saç kesimi , giyim tarzı vb. gibi. Eğer gençseniz ve büyük bir şehirde yaşıyorsanız biraz dış ülkelerin giyim tarzını takip etmenizi tavsiye ederim lakin ne tam bir Amerikan tarzı nede Japonların tarzlarını kopyalamayın karıştırın biraz kendinizce kombin yapın ama sakın saçınızı çok fazla uzatmayın. 


Orta yaşlardaysanız mesela 20 yaşın üstü bence orta bir yaştır vücudunuza oturan, sade, beyaz tenliyseniz koyu ton renkler, esmer iseniz açık renk tonları yakası çok açıkta olmayan tişört ve altınıza paçası en dar haliyle 20 cm olan kot yada keten pantolonlar tercih etmeniz dış görünüş olarak size uyacaktır. Ama tabi ki bitmiyor. Erkeğin en iyisi bakımlı olan, güzel konuşabilen ve karşısında ki insanda tek bir kötü izlenim bırakmayacak şekilde olandır. Hemcinsi onu içten içe süzüp örnek almak isteyecek. Böyle bir erkeği her kadın yanında taşımak ister. Ama böyle erkek olmak da dediğimiz kadar kolay değildir. Her şeyine dikkat etmelisin her şeyi dozajında yapıp fazlaya kaçmamalısın. Her evden çıkarken bakkala bile gidecek olsan saçını düzeltip üstünü değiştirip parfümünü sıkmalısın. Çok fazla konuşmamalı , çok fazla gülmemeli, hayatını herkesin bilmemesi gerekir. Karanlık odaların olmalı ki karşındaki kişi seni merak edip araştırmalı, uğruna zaman harcamalı. Bunu başarmak önemli olan asıl şey olmalı senin için. İlk başlarda milletin bana bakışı değişse ne olacak değişmese ne olacak dersin ama bir kere bu şekilde yaşamanın, insanların senin peşinde koşmasının tadını aldıktan sonra anlarsın önemini karizmanın.

Güç ve karizma gizden gelir. Bakımsız erkeğin yakışıklılığının değeri olmaz. Çöp kutusunun içinde ne olduğunu herkes bilir ama güzel şekil verilmiş kapalı bir kutudan ne çıkacağını kimse bilemez ve dikkat çeker , ilgilenilir. Önemli olan hayatımızın her anını en zirvelerde yaşamaktır. Kendinize yakışanı yapmanız dileğimle..

Duygusal Zeka ve Şirket Yönetimi

Duygusal zeka ve şirket yönetimi



Duygusal zeka konusunda çalışan uzmanlara göre, insanların birbirleri ile olan iletişimini doğrudan etkileyen duygusal zeka, kişinin sahip olduğu potansiyelin farkına varmasında da etkin bir rol oynuyor. Bu açıdan bakıldığında duygusal zeka birçok anlama gelebilir. Her şeyden önce bir motivasyon aracıdır. Kendini tanımak ve farkına varmak demektir. Kendini yönetmektir. Empati kurabilmektir. Yani insanın kendisini başkasının yerine koyabilmesidir. İletişim ve uyum gücüdür. Nihayet takım ruhu oluşturabilmektir.

Bugün birçok şirket duygusal zekanın öneminin farkındadır. Çeşitli eğitimlerin desteği ile çalışanların duygusal zekalarını yükseltmeye çalışıyorlar. Çalışanların kendilerini tanımaya, iç motivasyonlarını yükseltmeye, yenilikçi bireyler olmalarına ve başkalarıyla olan ilişkilerinde liderlik özelliklerini kullanabilmesine fırsat yaratmaya çalışıyorlar.



Şimdi şirketler, çalışanların duygu yönetiminin gelişmesini sağlayarak, etkin iletişim kurabilmelerini, uzlaşıcı olmalarını, takım çalışmasına yatkınlaşmalarını sağlamakta ve sürekli gelişim ve kalıcı başarı yaratmaya çalışmaktadır. Artık sadece beyin gücünün yetmediğinin, duygusal yeteneğin de gerekli olduğunun farkındalar.
Temel yatırımının insana yapan şirketler, iş dünyasında yaşanan rekabetçi ortamdan, zarar görmeden sıyrılabiliyorlar. Çalışanlarının görüşlerine, duygularına, emeklerine önem verdikçe de başarılarını sürdürebileceklerdir.

Artık şirketler şunu görüyorlar: Çalışanların performansı sadece bireysel motivasyon ile değil, şirketlerin motivasyonu ile birlikte daha çok artıyor. Bu bir anlamda kurumların da duygusal zeka gereksinimini ortaya koyuyor. Şirketler hayatta kalabilmek için çalışanlarla duygusal yakınlık kurmak zorundadır.

Şirketler için bugün önemli olan, sadece en iyi çalışanı bulmak ve onlarla çalışmak değil, asıl iyi çalışanları şirkette tutabilmektir. Çalışanlar da artık doğru şirketlerde olmak istiyorlar. Bu istekleri, kurumsal duygusal zekanın iş yaşamındaki önemini ortaya koyuyor. Şirketler de çalışan odaklı olunursa, müşteri ilişkilerinde kalıcı ve sürekli olacaklarının farkındalar.

Yapılan araştırmalarda şirketten ayrılanların hemen hemen yarısı, takdir edilmediklerini düşünüyor. Şirketler çalışanlarının yaptıklarını onların gözüyle görebilmeli ve değerlendirebilmelidir. Empati yolu ile çalışanların gözünden bakabilen şirketler başarıya hep daha yakındırlar.

Şirketler insan faktörünü öne çıkarmadıkları sürece kazanan şirket olamazlar. Kazanan şirket olmak, takım çalışması yapmayı, ortak bir vizyona sahip olmayı, değişime açık olmayı, iletişim becerisine sahip olmayı, ödüllendirme yapmayı, öğrenime açık olmayı ve paylaşımcı olmayı gerektirir. En önemlisi de bu sayılanların çalışanlar tarafından kabul edilmesi gerekir.

Kendin Olmak ya da Kendine Gelmek !

Kendin Ol ya da Kendine Gel

Hayatımız boyunca hep sıkıntılarımız vardır. Acılarımız, bizi anlamayanlar, yapılan haksızlıklar, ihanete uğramak diye uzayıp gider. Hep suçlu karşımızdaki insanlar ya da olaylardır. Bize haksızlık yapılmıştır. Ezilen tarafızdır. Bu negatif döngülerin için de debelenip dururuz. Yaş kemale erdikçe hala bir şeylerin farkında değilsek, bu hal alışılmış bir hal olmaya başlar. Sindiremesekte alıştığımız için daha kabullenici oluruz. Artık yitik, hayatın en sert tokadını yemiş bir geçmişe sahibizdir. Hiç farkında olmadan da bu durumdan içten içe bir haz duyarız. Çünkü başarabilmek ve pozitif dengede olabilmek ilk önceleri zordur. Çaba ister, ciddi bir düşünme disiplini gerektirir. Acıları kabullenmek, birilerinin bizler için sürekli üzülüyor olması bize daha cazip gelir. 

İnsanların arasına karışırken, her sabah evden çıkarken bir maske takarız yüzümüze, o günün payına ne düşmüşse artık; mutluluk, acı hüzün, öfke, sıkıntı v.s... Güne kısır bir döngünün içinde başlarız ve tabii ki gün nasıl başlarsa öyle devam eder. Gittiğimiz yerde ortama ya da insanlara göre yüzümüzdeki bu maske defalarca değişebilir. Aynı bir oyuncu gibi, yapmamız gereken neyse, o gün oynamamız gereken rol hangisiyse onu oynarız. Karşımızdaki insanı da ne kadar inandırabilirsek, o kadar başarılı olmuş sayarız kendimizi. Peki aslında böyle midir? Gerçekten kendimiz olabilmekteki başarımız, çeşitli maskeler takmak, rol yapmak, ve olduğumuz halin dışında davranmak mıdır? Bir düşünün bu ne kadar yorucu, sıkıcı, insanı bunaltan bir durumdur. Bir süre sonra hayattan zevk almamaya, sürekli yorgun, çaresiz ve bitkin hissetmemize neden olur. Kolay değildir kendimiz olmamak, sürekli hayat sahnesin de görevli bir oyuncu olmak, hem de her daim başkasının rolünü çalmak. Bu durum tekrar ettikçe dibe doğru sürükleniriz. Tıpkı kuyruğunu yakalamak isteyen bir kedi gibi, döner dururuz.

Aslında mutluluk nerededir? İnanın çok fazla şeye ihtiyacınız yok. İlk önce kendiniz olmaya, ruhunuzun sesini dinlemeye, derin bir nefes alıp, biraz kendinizi gözden geçirmeye ihtiyacınız var. Öğrenilmiş çaresizliklerinizi yenebilmek için ilk önce bu durumun farkında olmaya ihtiyacınız var. Ben ne yapıyorum? Her gün ayna da gördüğüm ben miyim? Kurduğum ilişkiler de rol mü yapıyorum? Olması gereken nedir? İnanın çok şey bilmenize gerek yok. Farkında olabilmek ve gerçekten kendiniz olmayı istemek yeterlidir. Bütün insanlar özel ve tektir. Herkesin birbirinden farklı hayata geçirebileceği becerileri vardır. Bunların en başında "Kendin Olmak" gelir. Çünkü her şey kendimizi tanıyarak başlar. Mutlu olabilmeniz, kendinizi sevebilmeniz ve dolayısı ile başkalarını da sevebilmeniz için ilk önce kendiniz olmalısınız. İçinizden gelen sese kulak verin. En doğrusunu söyleyecek olan o sestir. İçinizdeki sevgiyi hissedin. Yaşam enerjinize sahip çıkın. Bilin ki bu hayatta kendiniz olarak başarabileceğiniz çok fazla şey var. Kendinizi içinizdeki hücreden özgür bırakmazsanız, neler yapabileceğinizi, ne gibi yeteneklere sahip olduğunuzu hiçbir zaman öğrenemezsiniz. İçinizden geldiği gibi hareket edin. Olaylara vereceğiniz tepkiler, İnsanlara sergileyeceğiniz davranışlar, sevgi dolu, nezaketli ama içinizden geldiği gibi olmalı. O zaman nasıl huzur dolduğunuzu, anlamlı bir tamamlanmışlık hissiyle sarmalanacağınızı göreceksiniz. İşte tam o anda da hücreleriniz de taşımız olduğunuz bütün yetenekler, bir bir su yüzüne çıkacaktır. Pozitif bir döngünün içine girmiş olacaksınız. Her zaman biliriz ki evren boşlukları sevmez. Yok etmeye başladığınız negatif duyguların yerini hemen pozitif yani olumlu duygular almaya başlayacaktır. Olumlu duygular, hislere, düşüncelere ve oradan da davranışlarımıza bulaşacaktır. Bunun bilincin de olduğumuz zaman, negatif olan her şeyi pozitife çevirme gücünün de bizim elimiz de olduğunu biliriz. Bundan daha büyük bir mutluluk olabilir mi ki? İnsanın kendi gücünü elinde bulundurması, ne yapıp yapmayacağına karar vermesi en büyük mutluluktur. Kontrolü elimiz de olan her şey bize ayrıca bir güç verir.

Kendimizi keşfetmek için çok çabaya gerek yok inanın buna. Sadece farkında ve değişime açık olmak yeterli olacaktır. Düşüncelerimizin davranışlarımıza ve yaşamımıza hükmettiğinin bilincin de olursak, kuvvetlendirdiğimiz ve pozitif döngüye geçirdiğimiz her düşünce bize daha çok mutluluk ve güven katacaktır. Yaşamımız da sağlam adımlar atıp, büyük başarılara da imza attıracaktır. Bize de huzurlu, tamamlanmış, arzu edilen bir yaşamı sürdürmek düşecektir.

Kendiniz olmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyin. En vazgeçmeyi düşündüğünüz anlarda bile ...

Stres ve Alışveriş Tuzağı

"Alışveriş yapmadan duramıyorum!" diyorsunuz; Çünkü Bir çok insan strese girdiği zaman alışveriş yapmanın kendisini rahatlattığına inanır.

Bizi esir altına alan bu durumu nasıl karşıladığımıza bakalım.




Stres ve Alışveriş Tuzağı. Günümüzün en büyük problemlerinin başında stres gelmektedir. İş koşuşturmacasından kendine zaman ayıramayan insanların gittikçe monotonlaşan hayatları stresin başlıca etkenidir. Sosyal hayatı sönük kalan insanların uyku ve yeme düzenleri de bozulduğunda stres kaçınılmaz oluyor. 


      Peki günümüz teknoloji çağında bu rahatsızlığı nasıl atlatabiliriz? Bu konuya uzmanlar farklı açıklamalar getirmektedir. Kimi uzmana göre bunun yolu her şeye yavaş yavaş olumlu bakmaktan, kimi uzmana göre kendimize çok zaman ayırmaktan, kimi uzmana göre "hayır" demeyi öğrenmekten, kimi uzmana göre iyi arkadaşlıklar kurmaktan ya da bunların ve birçok benzer önerinin tamamından geçmekte. Bizim değineceğimiz nokta ise son yıllarda gittikçe yaygınlaşan "stresten kurtulmak için alışveriş yapmak" çılgınlığıyla ilgili. Önceki dönemlerde genelde bayanlar bu yolu tercih ederken yapılan araştırmalara göre artık erkekler de bu yönteme başvuruyorlar.


Dünya'nın genelinde olduğu gibi ülkemizde de birbiri ardına açılan süpermarketler, hipermarketler ve sayısı hızla artan devasa alışveriş merkezleri gerçekten de stres sorunumuza çare olmakta mıdır? İşte burada cevap kocaman bir soru işaretinden ibarettir. Çünkü yaşam standardımız ne olursa olsun alışverişte abartıya kaçmak bizleri stresten atmak yerine stresimizin artmasına sebep olacaktır.


İnsanların belirli bir düzey geliri vardır ve bu gelir doğrultusunda ihtiyaçlarını belirleyip bunları karşılaması gerekmektedir. Başta barınma,yiyecek ve giyecek gibi temel ihtiyaçlarını karşılayan insanlar kendi ihtiyaçları doğrultusunda alışveriş yapmaktadır. Bu da belirli bir düzen ve plan içinde yürütülmelidir. Gündelik hayatında iş,biten arkadaşlıklar,ailevi sorunlar gibi onlarca nedenden dolayı strese giren bireylerin bu stresi alışveriş yaparak gidermeye çalışmaları doğru bir yaklaşım değildir. Çünkü bu alışkanlık bize tüm dertlerimizin yanında bir de maddi sıkıntı getirecektir ki bu da azımsanmayacak kadar önemli bir sorundur.


Alışveriş alışkanlıklarımızı dış etkenlere bağlı olarak belirlememeliyiz. Uzmanlar kişilerin psikolojilerinin uygun olmaması durumunda yapılan alışverişlerin ihtiyaçtan çok anlık avunma ve zaman geçirmeye bağlı olduğunu belirtmişlerdir.Bu noktada yapmamız gereken stresin kaynağını belirleyerek onun üzerine gitmek ve olaylara daha ılımlı yaklaşmaya çalışmak olmalıdır. Eğer illa ki destek gerekiyorsa bu desteği vitrinlerden, ya da market raflarından beklemek yerine güvendiğimiz insanlarla konuşmalı derdimizi, sıkıntımızı paylaşmalıyız.


Günümüzde birbiri ardına açılan devasa alışveriş merkezleri zaten ihtiyacımız olmayanı bile almaya bizi yönlendirirken sık sık yaşadığımız stres sorunundan dolayı soluğu alışveriş merkezlerinde alırsak kısa vadede olmasa da uzun vadede dertlerimize yenisi eklenecektir. Çağımızda depresyon gibi ciddi rahatsızlıkların önemli bir bölümünü "maddi" sıkıntılar yaşayan insanlar oluşturmuşken biz de bu kervana katılmamalıyız.


Maddi durumu ne kadar iyi olursa olsun insanlar gereksiz alışverişten kaçınmalı ve stresini çözecek çok daha mantıklı ve doğal yollara başvurmalıdır.

Sayfalar

Popüler Yayınlar