Gözler,
baktığı her yerde gördüklerini bir çerçeve içinde değerlendiriyor. Çerçeve
toparlıyor, güzelleştiriyor, değer katıyor ya da tam aksini yapıyor. Bazen
altın varaklı muhteşem bir çerçevenin içinde hiçbir şey göremiyoruz, bazen de
basit bir çerçevenin içinde renklerle, çizgilerle zengin bir tablo çıkıyor
karşımıza.
Aslında
çerçeve değil, içindekidir önemli olan. Eğer yaşam biraz da bizim eserimiz ise,
o zaman, “hayatımız bizim eserimizdir” ve “kendi yaşamımızı oturtuyoruz
çerçevelerin içine” demeliyiz. Sadece yenilenmek için çerçeve içinde
sıkışmamayı da bilmeliyiz.
Arada bir
parantezler açabiliyorsak, ne mutlu bize...
Arada bir çerçevenin dışına çıkabiliyorsak ne
mutlu bize...
Arada bir çerçeveyi kırabiliyorsak...ne mutlu
bize...
Çoğu zaman
gönüllü olarak kendimizi bir çerçeve içine kapatıyoruz, orada güvendeyiz diye.
Kimi zamanlar şikayet etsek bile aslında o çerçeve içinde yaşadıklarımıza çoğu
zaman inanırız, üstelik çerçeveyi aştığımızda da şaşırır, düş kırıklıkları bile
yaşarız. Çünkü içinde bulunduğumuz çerçeve aldatıcı olabilir, yanıltıcı ya da
yalancı olabilir, büyüleyici, gizemli, ürkütücü ya da gözlerimizi kör edici
olabilir.
Çerçevenin
en tipik örneği, tatil aşklarında görülmez mi? Güzel bir yağlıboya peyzaj
içinde, tüm sorumluluklar ardınızda kalmış, zaman kavramı silinmiş, özgürlük
kol geziyor ve havada aşk kokusu... Dayanır mı gönül buna? Dün kimin umurunda,
yarın ise hiç gelmeyecek gibi! Erkek de kadın da kusursuz! Kusuru ortaya
çıkaracak baskılar yok ki... Ayrılık anı söylenen her şey son derece içten...
Ve gün
geliyor kahramanlarımız o güzel çerçevenin dışına çıkıp, her biri kendi yaşam
tablosuna geri dönüyor. Şansları varsa aynı tablo içinden çıkıp gelmişlerdir
birbirlerini bulmaya, öykü devam etme şansına sahiptir. Ama ya şansı
olmayanlar? Daha ilk buluşmalarda sanki başka biri ile karşılaşmış gibi
olurlar... Anıları onları bir süre daha aldatsa da altın yaldızlı çerçeve içindeki
tablo da sevgili de yoktur artık...
Aslında
günlük hayatımız da toplumun bize biçtiği bir çerçeve içinde akıp gidiyor.
Birileri o çerçeveyi kırmaya kalktığında nasıl da uyarılıyorlar... Neye
güveniyorlar ki?
Hep aklıma
Richard Bach’ın ünlü eseri Martı gelir! Ona verilen rolü (yani ye, iç ve çoğal,
yüksekler sana göre değil) çerçevesini kabullenmeyip yükseklere kanat çırpan
bir deniz kuşu! Martı Jonathan Livingston kaybedebilirdi de, ama çerçevesini
kırma cesaretini göstermesi bile hayatını değerli kılmak için yeterliydi ve
kazandı;
“Gözünle
gördüklerine inanma. Görünenlerin hepsi sınırlıdır. Anlayarak bakmaya,
bildiklerinin ötesine geçmeye çalış” diyordu en sonunda.
İçine
yerleştiğimiz çerçevelerden vazgeçmek kolay değil... Kötü bir evliliği, çoğu
zaman başkaları ne der diye, çoğu zaman da çocuklar anasız babasız kalmasın
diye sürdürürüz. Mutsuz bir çerçeve içinde dönenip durmanın (aile ortamının)
kimlere ne zarar verdiğini düşünmeden...
Her şeyin
üstümüze üstümüze geldiği zamanlar vardır. Depresyona girme pahasına olduğumuz
yerde didinir dururuz... Hiç altından kalkamayacağınızı düşünür battıkça
batarsınız... Uzaklardan bir baksanız neler olduğunu görür hatta çözümler bile
üretebilirsiniz. Güvence korkumuzdan ve şartlar bizi zorladığı için iş yerimizi
değiştirmeye kalkmayız, katlanmamızı önerenler de iyice direncimizi kırar ve o
zaman da çerçeve iyice daralır!
Kendimizi
kayıplarımıza, gönül kırıklıklarına, acılarımıza bırakmak da demir bir
çerçevedir. Kendi rızamızla bu çerçeveyi kabullendiğimiz için kırılması zor bir
çerçevedir...
Oysa bir
adım
Sadece bir
adım çerçevenin dışına çıktığınızda
Ve dönüp
uzaktan o çerçeve içinde dönenip duran kendinize baktığınızda
Kendinizi sorgulayıp orada neler yaşadığınızı
tüm netliği ile gördüğünüzde
İşte bu, hayatınızda bir şeyleri değiştirmeye
başladığınızın işaretidir
Yeter ki bir
kez çerçevenin dışına adım atın!
www.icerikfabrikasi.com